Mükemmeliyetçilik Takıntısı

Kusursuz olmaya çalışırken, kendini kaybediyorsun.

İnsanların mükemmel olma takıntısı çoğu zaman ailede başlar.
Küçüklüğünden beri “Daha dikkatli ol.”
“Arkadaşının notuna bak, sen niye yapamadın?”
“Bir kere de kusursuz yap şunu.”
Bu cümleleri duya duya, sevginin koşullu olduğuna inanırsın.
Ve sonunda değer görmek ile hata yapmamak arasında bir denklem kurarsın.

Sonra büyürsün… Ama o denklem seninle büyür.
İş yerinde hatasız olmaya çalışırsın, çünkü eleştiri duymaktan korkarsın.
Arkadaş ortamında hep en anlayışlı, en güçlü kişi sen olursun çünkü kırılganlığın zayıflık sayıldığını sanırsın.
Özel ilişkilerde ise mükemmel bir partner olmaya çalışırken, bir noktada kendi duygularını bastırmaya başlarsın.
Yani mükemmel olmaya çalışırken, kendin olmayı unutursun.

Ama kimse kusursuz değil.
Kimse sürekli güçlü değil.
Ve kimse senden tanrısal bir performans beklemiyor.
Bunu senden bekleyen tek kişi sensin çünkü çocukken öyle öğrettiler.

Mükemmeliyetçilik bir hedef değil, bir zincir.
Kendini geliştirmeyi değil, kendini cezalandırmayı getirir.
Yeterince iyi olamadığını düşündükçe frekansın düşer, enerjin söner.
Oysa insanı parlatan şey kusursuzluk değil insan kalabilme cesareti.

 “Mükemmeliyetçilik, en yüksek seviyede kendine zulmetmektir.” Anne Wilson Schaef

Bu cümle, mükemmeliyetçiliğin özünü özetliyor:
Kendini geliştirmeye çalışırken, aslında kendini sürekli yargılıyorsun.
Ve en acımasız eleştirmeni yine sen oluyorsun.

“Mükemmelliğe değil, gerçeğe yaklaş. Çünkü kendin olabildiğin an zaten en yüksek frekanstasın.

Yorum yapın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir