
Aldatma denince akla hep iki insan gelir. Oysa aldatmak, sadece başka birisiyle birlikte olmak değildir.
Bir insan, işini de aldatır. Dostunu da, ailesini de, hatta kendi hayatını da.
Çünkü aldatma; dürüstlüğün yokluğunda, karakterin erozyonudur.
Kendine yalan söyleyebilen biri, herkese yalan söyleyebilir.
Bazıları bunu insanlık hali diye yumuşatır.
Oysa bu, insanlığın değil, zayıflığın halidir.
Kendini tanımayan, sınırlarını korumayan, dürüstlüğü bir lüks gibi gören her insan, önce kendini kandırır.
Sonra da çevresini…
Ve en sonunda, herkesin güvenini yitirir.
Zihinsel Zayıflığın Anatomisi
Aldatmak, karşıdakine değil, kendine duyulan saygının kaybıdır.
Zihinsel olarak güçlü bir insan dürtülerini yönetir, sözünün arkasında durur, arkasını dönse bile karakteri kalır.
Ama zayıf olanlar, kendi içlerindeki boşluğu başkalarının gözlerinde doldurmaya çalışır.
Bu sadece ilişkilerde değil, her alanda böyledir.
İş hayatında yalanla terfi almaya çalışan da, ailede sevgiyi manipülasyonla kazanmaya çalışan da aynı zayıflığın farklı versiyonudur.
İnsanın Kendi Kendini Aldatması En Büyük İhanettir
Bir insan kendi içindeki karanlığı görmezden gelirse, o karanlık başkalarının hayatında patlar.
Bu yüzden beni aldatmaz dediğin kişi değil, kendini aldatmaz dediğin kişi değerlidir.
Çünkü karakter, gizli odalarda değil, kimsenin görmediği düşüncelerde belli olur.
Zihnini kirleten kişi, ilişkilerini de kirletir.
Kendi içini temizlemeyen, başkasına da huzur veremez.
Sınır Koymak Bir Savunma Değil, Bir Değer Beyanıdır
Aldatmanın her türlüsüne tahammül etmek, ahlakın erimesine katkıdır.
Birini affetmek başka, onun zayıflığını normalleştirmek başkadır.
Sınır koymak, kin değil, saygıdır.
Çünkü karakterini korumayan, kimliğini kaybeder.
Ve unutma:
Her aldatmayı bir kereye mahsus diye affeden toplum, sonunda ahlaksızlığı norm haline getirir.
İnsan dürüstlüğüyle büyür, yalanıyla küçülür.
Bu yüzden aldatma bir ihanet değil bir zihinsel çöküştür.
Ve zayıflığın bulaşıcı olmaması için, herkes kendi alanını korumakla yükümlüdür.