
Asıl üzücü olan şu:
Tarih boyunca en büyük tehdit olarak görülen, kadının aklıydı.
Çünkü kadın sadece hisleriyle değil, aynı zamanda pratik zekâsıyla öne çıktı.
Erkek kas gücüyle sembolize edildi; ama strateji, hızlı çözüm üretme ve esneklik kadına aitti. İşte bu yüzden kadınlar tehlike sayıldı.
Orta Çağ’da kadınların yakılması, susturulması, şeytanlaştırılması boşuna değildi.
Erkekler kadının aklından korkuyordu. Çünkü biliyorlardı: Kadın isterse sadece bir erkeği değil, bütün düzeni altüst edebilirdi.
Ama tarih yalnızca Orta Çağ’dan ibaret değildi.
İlk çağlardan bu yana her dönemde aynı korku yaşandı:
Kadın, duygusal zekâsıyla ve pratik aklıyla zihinle birleştiğinde ortaya çok büyük bir potansiyel çıkacaktı.
Ve bu potansiyel, erkeklerin kurduğu hegemonya için hep bir tehdit oldu.
Günümüzde kadınlar artık yerini almaya başladı. Eğitimde, siyasette, iş dünyasında ve sanatta görünürlük arttı.
Ama erkek hegemonyasının gölgesi hâlâ hissediliyor. Çünkü binlerce yıllık korkunun izi kolay silinmez.
Kadın öne çıktıkça, eski düzenin kaygıları yeniden canlanıyor.
Ve asıl trajedi: Kadının düşmanı çoğu zaman başka bir kadın oldu.
Çünkü herkes farkındaydı bir kadın gerçekten zihnini kullandığında, diğerlerini gölgede bırakacaktı. Böylece güç paylaşımı yerine rekabet doğdu.
Oysa mesele şu:
Bir kadın hırslarını bırakıp, zihnini berraklaştırıp, içindeki cevheri keşfetseydi…
Ne erkekler ne de diğer kadınlar onu durdurabilirdi.
Gerçek güç kaslarda değil, bilinçte.
Ve bu bilinç, kadının zekâsıyla birleştiğinde, dünya yön değiştirmek zorundadır.
Ama unutma: Bugün bile kadın zekâsından korkuluyor.
Siyasette hâlâ kadın liderlere tahammül edemeyen sistemler var.
İş dünyasında cam tavan hâlâ kırılmadı.
Akademide, sanatta, sporda kadın görünürlüğü hâlâ ikinci plana atılmaya çalışılıyor.
Çünkü binlerce yıl önce Orta Çağ’da yakılan kadınların sebebi neyse, bugün de aynı sebep geçerli:
Kadının aklından korkuyorlar.